25 Mart 2021 Perşembe

Paul ELUARD - ASIL ADALET / BONNE JUSTICE / HONEST JUSTICE / BUONA GIUSTIZIA / BUENA JUSTICIA

Asıl Adalet / Gerçek Adalet / Bonne Justice / Good Justice / Honest Justice / Buona Giustizia /Buena Justicia 
"Bonne Justice", Poème circulaire de Paul Eluard


ASIL ADALET


 
Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan!

Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve bin bir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!

Us yasası bu insanın:
Suyu şavka döndürüp
Düşü gerçeğe çevirip
Düşmanı dost kılacaksın!

Anayasası bu insanın
Emekleyen çocuktan
Uzayda koşana dek
Yürürlükte her zaman

Paul ELUARD
Türkçe söyleyen: Can YÜCEL


ASIL ADALET

İnsanlarda tek sıcak kanun,
üzümden şarap yapmaları,
kömürden ateş yapmaları,
öpücüklerden insan yapmalarıdır.

İnsanlarda tek zorlu kanun,
savaşlara, yoksulluğa karşı
kendilerini ayakta tutmaları,
ölüme karşı yaşamalarıdır.

İnsanlarda tek güzel kanun,
suyu ışık yapmaları,
düşü gerçek yapmaları,
düşmanı kardeş yapmalarıdır.

Hep var olan kanunlardır bunlar,
bir çocukcağızın ta yüreğinden başlar,
yayılır, genişler, uzar gider
Ta akla kadar.

Paul ELUARD
Çeviren: A. KADİR
 


GERÇEK ADALET

 

İnsanlığın ateşli yasası,
Üzümden şarap yapmak,
Kömürden ateş,
Öpücüklerden insan.

İnsanlığın zorlu yasası,
Onca yoksulluk ve savaş içinde
Dimdik ayakta kalabilmek,
Ölüme karşı yaşayabilmek.

İnsanlığın tatlı yasası,
Suyu ışığa dönüştürmek,
Düşleri gerçeğe,
Düşmanları kardeşe.

Sürüp gider yasalar böyle,
Kendini geliştirir bu dizge,
Çocuk yüreğinin derinliklerinden
En yüce akla dek.

Paul ELUARD
Çeviri: Ergin Koparan



BONNE JUSTICE

 

C'est la chaude loi des hommes
Du raisin ils font du vin
Du charbon ils font du feu
Des baisers ils font des hommes

C'est la dure loi des hommes
Se garder intact malgré
Les guerres et la misère
Malgré les dangers de mort

C'est la douce loi des hommes
De changer l'eau en lumière
Le rêve en réalité
Et les ennemis en frères

Une loi vieille et nouvelle
Qui va se perfectionnant
Du fond du cœur de l'enfant
Jusqu'à la raison suprême

Paul ELUARD


HONEST JUSTICE


 
It is the hot law of men:
from grapes they make wine,
from coal they make fire,
from kisses they make men.

It is the harsh law of men:
to keep themselves untouched
in spite of wars and wretchedness,
in spite of death’s dangers.

It is the gentle law of men:
to change water into light,
dream into reality,
and enemies into brothers.

An old and new law,
that continues to perfect itself
from the bottom of the child’s heart
up to the final reason.

Paul ELUARD
 

 Bonne justice

 


GOOD JUSTICE


 
The warm law of humans:
From grapes they make wine,
From charcoal they make fire,
From kisses they make humans

The hard law of humans:
To keep themselves safe despite
War and misery,
Despite the danger of death.

The sweet law of humans:
To change water into light,
Dream into reality,
And enemies into brothers.

A law old and new
That continues to perfect itself:
From the bottom of a child’s heart
To supreme reason.

Paul ELUARD
 


BUONA GIUSTIZIA

 
È la calda legge degli uomini ‎
Dall’uva fanno il vino ‎
Dal carbone fanno il fuoco ‎
Dai baci fanno gli uomini

È la dura legge degli uomini ‎
Mantenersi intatti malgrado ‎
Le guerre e la miseria ‎
Malgrado i pericoli di morte ‎

È la dolce legge degli uomini ‎
Cambiare l’acqua in luce ‎
Il sogno in realtà ‎
E gli uomini in fratelli ‎

Una legge vecchia e nuova ‎
Che continua a perfezionarsi ‎
Dal fondo del cuore del bambino ‎
Sino al rendiconto supremo

Paul ELUARD
Traduzione di Giovanna Corchia
 


BUENA JUSTICIA

Es la cálida ley de los hombres.
De la uva hacen vino,
Del carbón hacen fuego,
De los besos hacen hombres.
Es la dura ley de los hombres
Guardarse intactos
Pese a las guerras y la miseria,
Pese a los peligros de la muerte.
Es la dulce ley de los hombres
Convertir en luz el agua.
El sueño en realidad
Y los enemigos en hermanos.
Una ley vieja y nueva
Que va perfeccionándose
Del fondo del corazón del niño
Hasta la razón suprema.‎
 
Man Ray, Portrait of Paul Eluard



 

 

24 Mart 2021 Çarşamba

Pierre-Jean de BÉRANGER - TANRI BABA / LE BON DIEU

Tanrı Baba / Le Bon Dieu
Pierre-Jean de BÉRANGER (1780-1857)



TANRI BABA

Tanrı Baba, bir sabah uyanınca,
Biz insanları düşündü nasılsa,
Gitti pencereye: “Kim bilir, dedi;
Belki o gezegen yok oldu gitti.
Ama baktı, uzakta, çok uzakta,
Bir köşecikte fır dönüyor dünya.
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı,
Alsın vallahi bir şey anlıyorsam
Bu dünyalıların tutumlarından.

Ey benim minnacık yaratıklarım,
Ak ve kara, donuk ve yanıklarım,
Dedi Tanrı, en babacan haliyle;
Sizi ben yönetiyormuşum sözde.
Oysa, görüyorsunuz, Allah’a şükür,
Benim de sürüyle bakanlarım var,
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı,
Alsın vallahi, çocuklar, bu bakanları
İkişer üçer atmazsam kapı dışarı.

Boşuna mı kızlar verdim, şarap verdim size?
Güzel güzel yaşayasınız diye.
Nasıl olur da siz benim inadıma
Orduların Tanrısı dersiniz bana?
Ne yüzle adımı alıp dilinize
Top atarsınız birbirinize?
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı;
Alsın vallahi, çocuklar, bir tek
Orduyu kumanda ettiysem bugüne dek.

Şu süslü püslü zibidilerin işi ne
Yaldızlı tahtlar üstünde?
Nedir o kasılmaları, böbürlenmeleri?
Beslediğimiz bu karınca beyleri
Sözden benden kutsal haklar almışlar
Benim inayetimle kral olmuşlar
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı;
Alsın vallahi, benden geldiyse eğer
Sizleri böyle kötü yönetenler.

Hiç bana kızmayın artık, çocuklar;
Temiz yürekli olun, bana yeter.
Sevişin, güle oynaya yaşayın,
Sizi yakarım diye korkmayın
Kralına da, yobazına da basın kalayı…
Ama keselim, Allahaısmarladık
Curnalcılar duyarsa yandık
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı
Alsın vallahi, o yüzsüz herifleri
Sokarsam kapımdan içeri.

Pierre-Jean de BÉRANGER (1780-1857)
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu


LE BON DİEU

Un jour, le bon Dieu s’éveillant,
Fut pour nous assez bienveillant.
Il met le nez à la fenêtre :
« Leur planète a péri peut-être. »
Dieu dit, et l’aperçoit bien loin
Qui tourne dans un petit coin.
Si je conçois comment on s’y comporte,
Je veux bien, dit-il, que le diable m’emporte,
Je veux bien que le diable m’emporte.

Blancs ou noirs, gelés on rôtis,
Mortels que j’ai faits si petits,
Dit le bon Dieu d’un air paterne,
On prétend que je vous gouverne ;
Mais vous devez voir, Dieu merci,
Que j’ai des ministres aussi.
Si je n’en mets deux ou trois à la porte,
Je veux, mes enfants, que le diable m’emporte,
Je veux bien que le diable m’emporte.

Pour vivre en paix, vous ai-je en vain
Donné des filles et du vin ?
À ma barbe, quoi ! des pygmées
M’appelant le Dieu des armées,
Osent, en invoquant mon nom,
Vous tirer des coups de canon !
Si j’ai jamais conduit une cohorte,
Je veux, mes enfants, que le diable m’emporte,
Je veux bien que le diable m’emporte.

Que font ces nains si bien parés,
Sur des trônes à clous dorés ?
Le front huilé, l’humeur altière,
Ces chefs de votre fourmilière
Disent que j’ai béni leurs droits,
Et que par ma grâce ils sont rois.
Si c’est par moi qu’ils règnent de la sorte,
Je veux, mes enfants, que le diable m’emporte,
Je veux bien que le diable m’emporte.

Je nourris d’autres nains tout noirs
Dont mon nez craint les encensoirs.
Ils font de la vie un carême,
Et mon nom lancent l’anathème,
Dans des sermons fort beaux, ma foi,
Mais qui sont de l’hébreu pour moi.
Si je crois rien de ce qu’on y rapporte,
Je veux, mes enfants, que le diable m’emporte,
Je veux bien que le diable m’emporte.

Enfants, ne m’en veuillez donc plus :
Les bons cœurs seront mes élus.
Sans que pour cela je vous noie,
Faites l’amour, vivez en joie :
Narguez vos grands et vos cafards.
Adieu, car je crains les mouchards.
À ces gens-là si j’ouvre un jour ma porte,
Je veux, mes enfants, que le diable m’emporte,
Je veux bien que le diable m’emporte.

Pierre-Jean de BÉRANGER (1780-1857)



23 Mart 2021 Salı

Charles CROS - ÇİROZNAME / LE HARENG SAUR / THE SMOKED HERRING / EL ARENQUE AHUMADO

Charles CROS ((1842-1888)


Çirozname

Le Hareng Saur

The Smoked Herring

El Arenque Ahumado

 

 


ÇİROZNAME

 

Beyaz kocaman bir duvar - çıplak mı çıplak
Üzerinde bir merdiven - yüksek mi yüksek
Duvar dibinde bir çiroz - kuru mu kuru

Bir herif geldi elleri - kirli mi kirli
Tutmuş bir çekiç bir çivi - sivri mi sivri
Bir büyük yumak da sicim - zorlu mu zorlu

Çıktı merdivene derken - yüksek mi yüksek
Mıhladı sivri çiviyi - tak tak da tak tak
Duvarın ta tepesine - çıplak mı çıplak

Attı çekici elinden - düş Allahım düş
Taktı sicimi çiviye - uzun mu uzun
Astı ucuna çirozu - kuru mu kuru

İndi merdivenden tekrar - tıkır da tıkır
Sırtında çekiç merdiven - ağır mı ağır
Çekti gitti başka yere - uzak mu uzak

O gün bugündür çirozcuk - kuru mu kuru
Mezkûr sicimi ucunda - uzun mu uzun
Nazikçe sallanır durur - durur mu durur

Ben bu hikâyeyi düzdüm - basit mi basit
Kudursun bazı adamlar - ciddi mi ciddi
Ve gülsün diye çocuklar - küçük mü küçük

Charles CROS
Türkçesi: Sabahattin EYÜBOĞLU & Orhan Veli KANIK

"Le Hareng Saur" par Charles Cros 


LE HARENG SAUR


A Guy.

Il était un grand mur blanc - nu, nu, nu,
Contre le mur une échelle - haute, haute, haute,
Et, par terre, un hareng saur - sec, sec, sec.

Il vient, tenant dans ses mains - sales, sales, sales,
Un marteau lourd, un grand clou - pointu, pointu, pointu,
Un peloton de ficelle - gros, gros, gros.

Alors il monte à l'échelle - haute, haute, haute,
Et plante le clou pointu - toc, toc, toc,
Tout en haut du grand mur blanc - nu, nu, nu.

Il laisse aller le marteau - qui tombe, qui tombe, qui tombe,
Attache au clou la ficelle - longue, longue, longue,
Et, au bout, le hareng saur - sec, sec, sec.

Il redescend de l'échelle - haute, haute, haute,
L'emporte avec le marteau - lourd, lourd, lourd,
Et puis, il s'en va ailleurs - loin, loin, loin.

Et, depuis, le hareng saur - sec, sec, sec,
Au bout de cette ficelle - longue, longue, longue,
Très lentement se balance - toujours, toujours, toujours.

J'ai composé cette histoire - simple, simple, simple,
Pour mettre en fureur les gens - graves, graves, graves,
Et amuser les enfants - petits, petits, petits.

Charles CROS (1842 – 1888)
 


THE SMOKED HERRING

 

Once upon a time there was a big white wall — bare, bare, bare,
Against the wall there stood a ladder — high, high, high,
And on the ground a smoked herring — dry, dry, dry,

He comes, holding in his hands — dirty, dirty, dirty,
A heavy hammer and a big nail — sharp, sharp, sharp,
A ball of string — big, big, big,

Then he climbs the ladder — high, high, high,
And drives the sharp nail — tock, tock, tock,
Way up on the big white wall — bare, bare, bare,

He drops the hammer — down, down, down,
To the nail he fastens a string — long, long, long,
And, at the end, the smoked herring — dry, dry, dry,

He comes down the ladder — high, high, high,
He picks up the hammer — heavy, heavy, heavy,
And goes off somewhere — far, far, far,

And ever afterwards the smoked herring — dry, dry, dry,
At the end of that string — long, long, long,
Very slowly sways — forever and ever and ever.

I made up this story — silly, silly, silly,
To infuriate the squares — solemn, solemn, solemn,
And to amuse the children — little, little, little.

Translated from Charles Cros 
by Kenneth Rexroth

 Le hareng saur - Charles Cros


EL ARENQUE AHUMADO

 
Había un gran muro blanco, desnudo, desnudo, desnudo
Contra el muro una escalera, alta, alta, alta
Y en el piso un arenque ahumado, seco, seco, seco

Entonces él llega y sube a la escalera, alta, alta, alta
Y clava un clavo puntiagudo, toc, toc, toc
A lo alto del gran muro blanco, desnudo, desnudo, desnudo

El deja caer el martillo, que cae, que cae, que cae
Ata al clavo una cuerda, larga, larga, larga
Y a su punta el arenque ahumado, seco, seco, seco

El desciende la escalera, alta, alta, alta
Se la lleva con su martillo, pesado, pesado, pesado
Y luego parte, lejos, lejos, lejos

Y después el arenque ahumado, seco, seco, seco
Colgando del piolín, largo, largo, largo
Muy lentamente se balancea, lento, lento, lento

He escrito esta historia, simple, simple, simple
Para enfurecer a las personas, serias, serias, serias
Y divertir a los niños, pequeños, pequeños, pequeños


Charles Cros
Traducción: Alberto Gagetti

Bertolt BRECHT - DİYALEKTİĞE ÖVGÜ / LOB DER DIALEKTIK / IN PRAISE OF DIALECTICS / ELOGE DE LA DIALECTIQUE / LODE DELLA DIALETTICA / ELOGIO A LA DIALÉCTICA

Bertolt BRECHT (1898-1956)
Diyalektiğe Övgü

In Praise of Dialectics

Eloge de la Dialectique

Lode della Dialettica

Elogio a la Dialéctica

Lob der Dialektik 





DİYALEKTİĞE ÖVGÜ

 

[…]
 
Yaşıyorsan eğer, “hiçbir zaman deme”.
Yıkılır, yıkılmaz görünen.
Kalmaz hiçbir şey nasılsa öyle.
Buyuranlar verdiklerinde son buyruklarını
Buyruk altındakiler başlar konuşmaya.
Kim “hiç bir zaman” demeyi göze alabilir?
Zulüm yürürlükteyse, kim suçlu: Kendimiz.
Ve kimdir onu yıkmak zorunda olan: Biz.
Yenilen, kalk ayağa!
Her şeyini yitiren, dövüşe devam!
Kavramışsan olup biteni, seni kim tutabilir?
“Hiç bir zaman” dan “bugün” doğar
Bugün yenilen, yarının yenenidir.
 
Bertolt BRECHT
Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU
 


DİYALEKTİĞE ÖVGÜ

 

Şu adım başı zulüm kıyım ortamında
her egemen yeni bir sömürü peşinde.
Şiddet tek güvence. Düzen değişmesin!
Haksızlıklara karşı çıt çıkmıyor ortalıkta
ama ezilenleri dinlerseniz, derler ki:
“Dileğimiz gerçekleşemez hiçbir zaman…”
Oysa, yaşam sürüyorsa, dememeli “hiçbir zaman”
Hiçbir zaman kesin değildir kesin sanılan.
Hiçbir şey nasılsa öylece kalamaz, bir gün
buyruktakiler başlayacaktır buyurmaya.
Öyleyse kim diyebilir “hiçbir zaman”
Zulüm sürüp gidiyorsa kimin yüzünden: Bizim!
Bir gün kimin yüzünden yıkılacak: Gene bizim!
Kim yıkılsa ayağa kalkacak sonunda
ve bir gün mutlaka dövüşecek yeni baştan.
Onu kim durdurabilir bilinçle donanmışsa
çünkü bugün yenilen yenecektir yarın
Ve hep “bugün” doğacaktır “hiçbir zaman”dan.
 
Bertolt BRECHT
Türkçesi: Sacide


LOB DER DIALEKTIK 

 

Das Unrecht geht heute einher mit sicherem Schritt.
Die Unterdrücker richten sich ein auf zehntausend Jahre.
Die Gewalt versichert: So, wie es ist, bleibt es.
Keine Stimme ertönt außer der Stimme der Herrschenden.
Und auf den Märkten sagt die Ausbeutung laut:
Jetzt beginne ich erst.
Aber von den Unterdrückten sagen viele jetzt:
Was wir wollen, geht niemals.
Wer noch lebt, sage nicht: niemals!
Das Sichere ist nicht sicher.
So, wie es ist, bleibt es nicht.
Wenn die Herrschenden gesprochen haben,
Werden die Beherrschten sprechen.
Wer wagt zu sagen: niemals?
An wem liegt es, wenn die Unterdrückung bleibt? An uns.
An wem liegt es, wenn sie zerbrochen wird?
Ebenfalls an uns.
Wer niedergeschlagen wird, der erhebe sich!
Wer verloren ist, kämpfe!
Wer seine Lage erkannt hat, wie soll der aufzuhalten sein?
Denn die Besiegten von heute sind die Sieger von morgen,
Und aus Niemals wird: Heute noch!
 
Bertolt BRECHT
 

 


IN PRAISE OF DIALECTICS

 

Today, injustice goes with a certain stride,
The oppressors move in for ten thousand years.
Force sounds certain: it will stay the way it is.
No voice resounds except the voice of the rulers
And on the markets, exploitation says it out loud:
I am only just beginning.
But of the oppressed, many now say:
What we want will never happen
Whoever is still alive must never say ‘never’!
Certainty is never certain.
It will not stay the way it is.
When the rulers have already spoken
Then the ruled will start to speak.
Who dares say ‘never’?
Who’s to blame if oppression remains? We are.
Who can break its thrall? We can.
Whoever has been beaten down must rise to his feet!
Whoever is lost must fight back!
Whoever has recognized his condition – how can anyone stop him?
Because the vanquished of today will be tomorrow’s victors
And never will become: already today!
 
Bertolt BRECHT
Translation: David Riff


ELOGE DE LA DIALECTIQUE

 

L'injustice aujourd'hui s'avance d'un pas sûr.
Les oppresseurs dressent leurs plans pour dix mille ans.
La force affirme: les choses resteront ce qu'elles sont.
Pas une voix, hormis la voix de ceux qui règnent,
Et sur tous les marchés l'exploitation proclame: c'est maintenant que je commence.
Mais chez les opprimés beaucoup disent maintenant :
Ce que nous voulons ne viendra jamais.
Celui qui vit encore ne doit pas dire : jamais!
Ce qui est assuré n'est pas sûr.
Les choses ne restent pas ce qu'elles sont.
Quand ceux qui règnent auront parlé,
Ceux sur qui ils régnaient parleront.
Qui donc ose dire: jamais ?
De qui dépend que l'oppression demeure? De nous.
De qui dépend qu'elle soit brisée? De nous.
Celui qui s'écroule abattu, qu'il se dresse!
Celui qui est perdu, qu'il lutte !
Celui qui a compris pourquoi il en est là, comment le retenir?
Les vaincus d'aujourd'hui sont demain les vainqueurs
Et jamais devient: aujourd'hui.
 
Bertolt BRECHT
Traduction: Maurice Regnaut




LODE DELLA DIALETTICA


 
L'ingiustizia oggi cammina con passo sicuro.‎
Gli oppressori si fondano su diecimila anni.‎
La violenza garantisce: com'è, così resterà.‎
Nessuna voce risuona tranne la voce di chi comanda
e sui mercati lo sfruttamento dice alto: solo ora io comincio.‎
Ma fra gli oppressi molti dicono ora:‎
quel che vogliamo, non verrà mai.‎
Chi ancora è vivo non dica: mai!‎
Quel che è sicuro non è sicuro.‎
Com'è, così non resterà.‎
Quando chi comanda avrà parlato,‎
parleranno i comandati.‎
Chi osa dire: mai?‎
A chi si deve, se dura l'oppressione? A noi.‎
A chi si deve, se sarà spezzata? Sempre a noi.‎
Chi viene abbattuto, si alzi!‎
Chi è perduto, combatta!‎
Chi ha conosciuto la sua condizione, come lo si potrà fermare?‎
Perché i vinti di oggi sono i vincitori di domani
e il mai diventa: oggi!‎
 
Bertolt  BRECHT
Traduzione italiana di Franco Fortini 


ELOGIO A LA DIALÉCTICA

 

Con paso firme se pasea hoy la injusticia.
Los opresores se disponen a dominar otros diez mil años más.
La violencia garantiza: “Todo seguirá igual”.
No se oye otra voz que la de los dominadores,
y en el mercado grita la explotación: “Ahora es cuando empiezo”.
Y entre los oprimidos, muchos dicen ahora:
“Jamás se logrará lo que queremos”.
Quien aún esté vivo no diga “jamás”.
Lo firme no es firme.
Todo no seguirá igual.
Cuando hayan hablado los que dominan, hablarán los dominados.
¿Quién puede atreverse a decir “jamás”?
¿De quién depende que siga la opresión? De nosotros.
¿De quién que se acabe? De nosotros también.
¡Que se levante aquél que está abatido!
¡Aquél que está perdido, que combata!
¿Quién podrá contener al que conozca su condición?
Pues los vencidos de hoy son los vencedores de mañana
y el jamás se convierte en hoy mismo.

Bertolt BRECHT 
 
 
 
Mikel Laboa - Dialektikaren laudorioa



21 Mart 2021 Pazar

Bertolt BRECHT - OKUMUŞ BİR İŞÇİ SORUYOR / FRAGEN EINES LESENDEN ARBEITERS / DOMANDE DI UN LETTORE OPERAIO / QUESTIONS FROM A WORKER WHO READS / QUESTIONS QUE SE POSE UN OUVRIER QUI LIT / PREGUNTAS DE UN LECTOR OBRERO

Bertolt Brecht (1898-1956)

Okumuş Bir İşçi Soruyor

Fragen Eines Lesenden Arbeiters

Domande Di Un Lettore Operaio

Questions From A Worker Who Reads

Questions Que Se Pose Un Ouvrier Qui Lit

Preguntas De Un Lector Obrero

Vragen Van Een Lezende Arbeıder

Вопросы Читающего Рабочего

Ερωτεσεισ Ενοσ Εργατη Που Διαβαζει

 
 


OKUMUŞ BİR İŞÇİ SORUYOR

 

Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış, boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil'i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima'nın?
Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?
Yüce Roma'da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimler acaba bu anıtları diken?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca Bizans'ta?
Atlantis'de, o masallar diyarında bile,
boğulurken insanlar uluyan denizde bir gece yarısı,
bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.
Hindistan'ı nasıl aldıydı tüysüz İskender?
Tek başına mı aldıydı orayı?
Nasıl yendiydi Galyalıları Sezar?
Bir ahçı olsun yok muydu yanında onun?
İspanyalı Filip ağladı derler
batınca tekmil filosu.
Ondan başkası acaba ağlamadı mı?
Yediyıl Savaşını İkinci Frederik kazanmış ha?
Yok muydu ondan başka kazanan?
Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
Ama pişiren kimler zafer aşını?
Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam.
Ama ödeyen kimler harcanan paraları?
İşte bir sürü olay sana.
Ve bir sürü soru.
Bertolt Brecht ( 1898 - 1956 ) 
Çeviri: A. Kadir

Attila İLHAN - İSTANBUL AĞRISI / LE MAL D'ISTANBUL / ISTANBUL'S PAIN

İstanbul Ağrısı / Le Mal D'Istanbul / Istanbul's Pain

Attila İlhan (1925-2005)





İSTANBUL AĞRISI

 

kanatları parça parça bu ağustos geceleri
yıldızlar kayarken
şangur şungur ayaklarımın dibine dökülen
sen eğer yine İstanbulsan
yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
pançak pançak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları
mavi asfaltlara çökmüş
diz bağlıyor
eğer sen yine İstanbulsan
kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garında tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
intihar dumanları içindeki Haydarpaşadan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
ağlıyan
sen eğer yine İstanbulsan
aldanmıyorsam
yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine senin emrindeyim
utanmasam
gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
kendimi yani şu bildiğin Attila İlhanı
zehirleyebilirim
sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
imtihan çığlıkları yükseliyor üniversiteden
Tophane İskelesinde diesel kamyonları sarhoş
direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler
uykusuz dalgalanıyor
ulan İstanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
ulan bu mazut tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
antenlerinden
neden
peki İstanbul ya ben
ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas
ya benim kahrım
ya senin ağrın
ağır kabaranlarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
o senin ağrın
o senin
eğer sen yine İstanbulsan
yanılmıyorsam
koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine
satır satır okumak istediğim
sen
eğer yine İstanbulsan
eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
ulan yine sen kazandın İstanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
hiçbir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine İstanbulsan
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
kaç kere yazdım kimbilir
kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 eylülünde birader mırç ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateşler yaktık
sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık

Attila İlhan, 1950